Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki evlerini terk edenler, önceki ve sonraki yaşamlarını, kimliklerinin gizlenmesi kaydıyla Al Jazeera'ye anlattı.
Al Jazeera'den Abdulkadir Konuksever'in kaleme aldığı yazıda, PKK ile güvenlik güçlerinin çatışması arasında kalan Sur halkının yaşadıkları, olayların ne derece vahim olduğunu gözler önüne seriyor.
İşte o yazı:
Diyarbakırlı şair Ahmed Arif'in, "Diyarbekir Kalesinden Notlar" ve "Adiloş Bebenin Ninnisi" şiirinin ilk dizelerini ezberden okuyarak başlıyor sözlerine Mehmet:
“Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hâl değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yârin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem…”
“İşte biz böyle, boynumuzu kırıp çıktık, evimiz eyvanımız târûmar, ama dilimiz lâl.”
Otuzlu yaşların ortalarındaki inşaat işçisi Mehmet, çocuklarıyla sığındığı ağabeyinin evinde cümlelerini aceleyle birbirine iliştirirken huzursuz ve gergin. Toplamda 18 nüfus 80 metrekarelik evde yaşıyorlar. Ağabeyi olsa da zorunlu ve uzun misafirliklerinin mahcubiyeti davranışlarının tamamında kendisini gösteriyor. Gürültü yaptıklarında sadece kendi çocuklarına kızıyor ve yeğenlerinin mesul oldukları yaramazlıkların ceremesini de yine kendi çocuklarından çıkarıyor.
‘Memlekette mülteci'
Mehmet, Sur'da güvenlik endişesiyle açık edemediği bir mahallede eşi ve dört çocuğuyla, kendi ifadesiyle ‘fakir' bir yaşam sürerken, nasıl ‘kendi memleketlerinde mülteci' olduklarını anlatıyor.
“Evim, işim, çocuklarımın okulu, takıldığım kahve ve bütün hayatımız Sur'da. Surların dışına çıktığımda garip hissederim kendimi, orada doğdum ve oranın dışına askerlik haricinde hiç çıkmadım. Ama şimdi zoraki çıkardılar işte. Gelip buraya sığındık, buradan başka gidecek yerimiz yok. Çünkü akrabalarımın da tamamı Sur'da oturuyor. Ağabeyim bizi konukseverlikle karşıladı, ama onların da bir hayatı var. Erkekler bir odada, kadınlar bir odada yatıyoruz. Yemek yerken herkese yetecek kaşık bile yok. Haftada bir gün elime iş ya geçiyor ya geçemiyor, ondan kazandığımla da ekmek alıyorum. Gücüm başka bir şey yapmaya yetmiyor. Hanımıma, evlatlarımın durumlarına baktığımda bu da benim zoruma gidiyor. İşte böyle abi, bizi memleketimizde, kendi şehrimizde mülteci yaptılar.”
‘Baba gitme, mayın patlar'
Sur ilçesini terk edenlerin sığındıkları yerlerden biri Bağlar ilçesi. Akşam saatlerinde göz yaşartıcı gaz ve yakılan lastiklerin kokusu havada asılı duruyor. İlçenin bazı yerlerinden patlama sesleri yükseliyor. Caddelerde şehir içi çalışan minibüs dışında trafik yok. Her patlamada birkaç perde açılıyor tuğla binalardan, seslerin geldiği yön kestirilmeye çalışılıyor; ardından daha sıkı kapatılıyor.
Murat, Sur'da Dabanoğlu mahallesinde oturuyor. 30 yaşında ve iki çocuğu var. İlköğretim birinci sınıf öğrencisi kızının her dışarı çıkışında bacaklarına sarılıp ‘baba gitme, mayın patlar ölürsün' dediğini anlatıyor. Ona göre; mayın, patlama, roket ve kanas ifadelerini küçük kızının kelime dağarcığına sokanlar bu meseledeki suçlu taraf.
“Kızım mahallelerimizde yaşananların birebir şahidi oldu. Patlamada yere yatmayı öğrenmiş. Sur'da çatışmalar sürerken evimizin içinde köşe kapmaca oynuyorduk sanki. Patlama nereden gelirse daha uzak odaya kaçıyor, o tarafta silah sesleri artınca başka bir odaya. Böyle bir yaşam olabilir mi Allah aşkına? Her sokağa çıkışımda bacaklarıma sarılıp ağlıyordu. Mayınla öleceğimi düşünüyordu. Daha el kadar kız ve roket, kanas, mayın ve ölümleri biliyor; nasıl bir hayatı olacak büyüyünce düşünebiliyor musunuz? Çıktık Sur'dan, bacımın evine geldik ama bu semtte de patlamalar eksik olmuyor. Kızım geceleri delirecek gibi oluyor. Uzaklara gidebilecek imkânımız yok. Elde avuçta bir şey kalmadı, vallahi bir kat elbise alıp çıkabildik evimizden. Neyimiz varsa bu üzerimizde gördükleriniz.”
Nasıl başladı?
Sur'dan kaçıp kentin banliyölerine sığınanların çoğuna göre, Sur'daki mesele hendekten önceye dayanıyor. Murat bu görüşte olanlardan. Sur'da bugün yaşananların altyapısının çözüm süreci ile birlikte atıldığını anlatıyor.
“30 yıldır orada yaşıyorum. Mahallemdekileri ev ev, isim isim tanırım. Bu çözüm süreci başladığında baktım ki her gün yeni insanlar geliyorlar ve yerleşmeye başlıyorlar. Sorup soruşturduğumda sınır dışına çıkmayan örgüt mensupları olduklarını öğrendim. Çarşıda, pazarda, kahvelerde insanları toplayıp bir şeyler anlatıyorlardı. Düzgün, hatta İstanbul Türkçeleri vardı. Duvarlarda ‘MLKP' yazıları görmeye başladım. Sonra ....... 'den (Al Jazeera'nin okurlara notu: Burada bir başka şehrin ismini veriyor, bunu yayıncılık prensiplerimiz gereği yazmıyoruz) geldiklerini öğrendim. Buldukları erkekleri, kadınları yollarından çevirip propaganda yapıyorlardı. Ne zamanki Suruç saldırısı oldu, bunların hem sayısı arttı, hem de sertleşmeye başladılar. Mahallemizde kimlik soruyorlar ve ‘bu hangi taraftan' diyerek bizleri tanıyanlara soruyorlardı. Hendekler kazılmaya başladığında Hevsel bahçelerinden de motosikletli gençler sırt çantalarıyla silah taşıyorlardı. Günlerce yığınak yaptılar. Yıkılan eski yapıların molozlarından ve belediye kamyonlarının taşıdıkları kumları çuvallara doldurup barikat yaptılar. Mahallenin çocuklarını yanlarına aldılar, YDG-H diye eğitim verdiler. Zaten onların bütün ayak işlerini, kılavuzluk gibi işleri bu YDG-H'liler görür. O gün anladım ki bir daha huzurumuz olmayacak.”
‘Evim işaretlendi'
Görüş olarak hiçbir tarafa yakınlığı bulunmamasına karşın mahallelerine gelenlerin baskıcı tutumuna karşı çıktığı için evinin işaretlendiğini anlatan Murat, şöyle devam ediyor sözlerine;
“Sabah kalkıp baktım ki, evimin kapısına boya ile çarpı atmışlar. Çocuklar yaptı zannettim, ama mahallede aynı boya ile atılmış başka çarpılar da gördüm. Ya dindar ya da benim gibi bağımsız insanlardı, bütün evleri biliyordum. Akşamları ateş yakıp etrafında halay çekip kapıları çalıyorlardı. Mahalledekilerin de kendilerine katılmalarını istiyorlardı. Çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları başladığında tutumları tamamen değişti. Kapıları kapatmak yasaktı, istedikleri zaman girip çıkıyorlardı. Akşamları tencere tava çalarak gürültü çıkarmamızı istiyorlardı. Tencere çalmazsan hain oluyordun. Sokağa çıkma yasağı kaldırılınca önceden boşalttıkları evlere çekiliyorlardı. Bu sefer polis gelip küfürler etmeye başlıyordu. Ana avrat düz gittiler. Onlara destek verdiğimizi, mücadele etmemiz gerektiğini anlatıyorlardı. YDG-H'lilerin yazı yazdıkları duvarlara onlar da yazıyorlardı. Bu yazılar ve tavırları insanları YDG-H çevresine itti. Devlet ilk günden müdahale edip şefkatle yaklaşsaydı bu olaylar bu boyuta gelmezdi. Buraları çok boşladılar ve senin boş bıraktığın yerleri birileri gelip doldurur. Arada da benim, senin gibi insanlar ezilir.”
‘Kapıyı açın!'
Ev hanımı M.C.Sur'daki olayların ardından kaçıp kızının evine sığınmış. Elinde mendili ve anlattıklarına ancak gözyaşlarını silerken ara veriyor.
“Gece 11 gibi kapım çalındı. Korktum, o saatte kimseyi beklemiyorum. Açmayınca daha sert çaldı. ‘Aç, kırdırma bize' dediler. Açtım iki kadın, iki erkek. ‘Niye açmıyorsun?' diye sorduklarında korktuğumu söyledim. ‘Bizden değil, T.C.'den korkun' diyerek, geçip içeri oturdular. Yemek istediler; verdim, çay istediler verdim. Sonra konuşacaklarını söyleyerek odadan çıkmamı istediler. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle eşim eve gelememişti ve kızımla tektik evde. Çıkıp gittiler, ama kapıyı hep açık tutmamızı istediler. Bir terlik koydum kapının arasına. Sonraki gün yine geldiler. Bir silah verip saklamamı istediler. Mecburen alıp kilere koydum. Elim ayağım titredi. Çok korktum, bana değil ama kızıma zarar vermelerinden endişelendim. Ertesi gün gelip silahlarını aldılar. Orada oturamayacağımızı anladık. Sokağa çıkma yasağı kaldırıldığında çıktık geldik. Görenlerden öğrendiğimiz kadarıyla evden ayrıldığımız için roketle yıkmışlar talan etmişler. Ben şimdi nereye gideceğim bilmiyorum. Hep burada kalamam ki.”
'Oğlum YDG-H'de'
İ.Ş. Sur sakinlerinden. Onun sıkıntısı daha büyük. Çünkü, olaylar başladığında hem evinden, hem de oğlundan olmuş. YDG-H içine giren oğlu için, yasak sürerken Sur'a gitmesine karşın oğlunu ikna edememiş.
“Oğlum 14 yaşında. Bu olaylar başladığında bir şekilde YDG-H'lilerle ilişki kurmuş. Vermişler eline silahı. O yaşta bir çocuk eline keleş verildiğinde ne olur tahmin edin. Birkaç kez gittim, dil döktüm ancak ikna edemedim. Hatta tehdit edildim. Şimdi bekliyorum ne olacak diye. Evimize gidemiyoruz yasak, oğlumu alamıyorum izin vermiyorlar, oğlum da gelmek istemiyor. Kalacak yerimiz yok. Herkesten rica ediyorum, lütfen bu savaş bitsin, inanın dayanacak takatimiz kalmadı.”
‘İki oğlum PKK içindeyken öldü, hendek yanlış'
Sur içinde Fatihpaşa mahallesinde yaşayan A.L., kendisini PKK'lı olarak tanımlıyor. Uzun süre bu davadan hapis yatan ve iki oğlu örgüt içerisindeyken yaşamını yitiren A.L. kendi ifadesiyle ödediği bedele rağmen evinden olmuş.
“Olaylar ilk başladığında bir akşam kapım çaldı. Gidip açtım. Gelenler YDG-H'lilerdi. Bana evimizi kendilerine vermemiz gerektiğini söylediler. Önemli bir noktadaymış ve çatışmalarda kullanmak ve kaçmak için kullanacaklarmış. Ben de gidecek yerimizin olmadığını, evde iki kızımın ve eşimin bulunduğunu anlattım. Buna rağmen çıkmazsak zorla çıkaracaklarını söyleyince bağırdım. ‘Gidin başınızdakilere sorun beni, sonra da bir daha gelmeyin' diyerek kapıyı kapattım. PKK ve HDP çevrelerinde beni tanırlar. Ödediğim bir bedel var ve bu bedel için bir gün kapılarını çalmış değilim. Kendi halinde yaşayan bir insanım. O halde niye gelip kapımı çalıyorlar? Ben böyle düşünürken bir gün evimize bir roket isabet etti. Aklıma ilk gelen şey devlet güçlerinin attığıydı. Çok şükür evden kimseye bir şey olmadı. Ama sorduğumda roketi bunların attığını öğrendim. Sonra tekrar geldiler. Bir kez daha ve daha tehditkâr konuştular. Ben itiraz edecek oldum, üslûplarını bozdu alçaklar. Çok ağrıma gitti. Eve döndüm, alabileceğimiz eşyalarımızı aldık ve çıktık. Dışarıda ev tuttuk kendimize. Birkaç öte beri alıp yerleştik. Bu arada yasak kalktığında evimize gidip baktık. Yerle bir olmuştu. Sorup soruşturunca YDG-H'lilerin ceza olarak yıktıklarını öğrendim. Bunun bir bedeli, bir hesabı olacak elbette. Ama şimdi beklemekten başka bir şey yapamam. Ortada çok büyük bir yanlış var, eğer PKK bunu yapıyorsa yanlıştır, HDP veya DTK yapıyorsa yanlıştır. Kim yapıyorsa yapsın sivillerin içerisine, üstelik daha kendi onurunu korumayı beceremeyen insanların eline silah vermek kazanım değildir. Halka karşı yapılan savaş kaybetmeye mahkûmdur. Buradan kendilerine seslenmek istiyorum. Bu işe bir an önce son verin, yaşananlardan kimse memnun değil, insanlar perişan oldu. Böyle mücadele olmaz, akıldan yoksun ve teröre vardırılan çatışmalar zarardan başka bir şey vermez.”
‘Dışarı çıkma vurulursun'
Şehitlik, Sur'dan kaçanların sığındıkları başka bir yer. Sur olayından sonra semtte kiralar artmış. Bölgenin nüfusunun iki katına çıktığı anlatılıyor. Buna karşın sokaklar tenha ve ara ara duyulan silah seslerinden başka ses yok. Dükkânların kepenkleri ya kapalı ya da çıkabilecek olaylarda vakit kaybetmemek için yarı açık.
Ahmet T.Sur'dan ayrıldığından beri Şehitlik'te oturuyor. Olaylar başlayınca ailesiyle birlikte eşyalarının bir bölümünü alıp çıkmışlar. Olaylar dinerse tekrar dönmeyi planlıyorlar. Bu nedenle yasağın kalktığı günlerde eski mahallesine gidip evini kontrol ediyor. Ancak her gittiğinde evinden bir şeyleri yitirmiş bulduğunu anlatıyor.
“Şimdi bu hendekleri sanıyorlar ki şimdi kazdılar. Çözüm sürecinde bu adamlar geldiklerinde devlet neredeydi acaba? Bu devlet beni iki yıl mahpus damlarında yatırdı kırk lira için. Ama elinde silahıyla gezenleri görmezden geldi. Bak kardeşim benim hiç bir tarafa inancım yok. Bu adamlar geliyorlar ayrı zulüm, devlet geliyor ayrı zulüm. Arkadaş eğer vatandaşını koruyamıyorsan kendine zaten devlet demeyeceksin. Adamlar ellerine megafon alıp mahalle mahalle gezip, ‘ Namusunuz şerefiniz varsa Kürt'seniz evinizden çıkıp düşmana karşı bizimle birlikte savaşırsınız' diye çağrı yapıyorlardı. Minarelerden marşlar çalıyordu, bunların hiçbirini duymadılar mı acaba? Akşam devlete karşı çatışmaya giren YDG-H'li sabah elbiselerini değiştirip polise gidip ‘çıkmak istiyorum' deyip çıkıp senin benim gibi biri oluyor. Hiç mi görmüyorlar bunları? Al, evimi talan etmişler, yakmışlar yıkmışlar, komşulara da, ‘bu adamı bulun evini terk ettiği için 12 bin lira ceza kestik' demişler. Güleyim mi ağlayayım mı şaşırdım vallahi.”
Ahmet T. konuşurken çalan telefonunun ekranına bakarak, ‘Sur'dan arıyorlar' dedikten sonra açıp kulağına götürüyor.
“Evden çıkmayın, ekmeğiniz varsa yeter, dışarı çıkarsanız vurulursunuz, örgüt de görse asker de görse vurur. 155'i arayın, onlar çıkarsın.”
Telefonu kapattıktan sonra evi zarar görmesin diye çıkmamakta direten kuzeninin çatışmaların artması ve yiyecek bir şeyi kalmadığı için çıkmak istediğini anlatıyor.
‘Gelip hendeğe kendileri girsin'
Sur'u terk edenlerin bir hayal kırıklığı da DTK, HDP, DBP temsilcilerinin hâlâ hendekleri savunuyor olmaları. Diyarbakır'da geçtiğimiz Cuma günü yapılan toplantıda hendeklere destek çıkılmasına içerlemiş Sur'u terk edenler. Meseleye farklı cephelerden bakmalarına rağmen hendeklere karşı görüşlerin tamamına yakını olumsuz.
M.C. görüş olarak HDP'ye yakın. Oyunu HDP'ye verdiğini sormadan söylüyor. Bundan sonra HDP'nin oyunu alabilmesi içinse şartları var.
“Eğer bu kadar hendeklere meraklılarsa gelip hendeklere kendileri girsin. Çıktılar hendekleri savundular ve ardından herkes evine geri döndü. Ben dönebiliyor muyum? Hayır. Dışarıda sığıntı gibi yaşıyorum akrabalarımın yanında. Arkadaş, aklı başında bir politika önerin canımı vereyim, ama bu nedir? İnsan halkına ve gerçeğine bu kadar mı uzak olur?”
"Düzce'de ceset soyanlar..."
M.C, YDG-H içerisinde hırsızlık, uyuşturucu ve fuhuştan sabıkalıların da bulunduğunu öne sürüyor, bütün mahallenin tanıdığı namlı bir hırsızın da şimdi sırtında silahla gezdiğini anlatıyor.
“Bu adam hırsız, mahallede herkes biliyor ki depremde Düzce'ye hırsızlık için gitti. Yıkıntıların altında ölüp şişmiş kadınların kollarını bilezikleri için kestiğini kahvede arkadaşlarına anlatıyordu. Bildiğin hırsız, uğursuz, itin teki. Şimdi sırtında kaleşnikof ve racon kesiyor. Üstelik YDG-H'lilerin başlarından birisi. Sen bu adamı bizim başımıza koyarsan hiç kusura bakma benim sana saygım kalmaz. Sabah hendeklerde nöbet tutup polisle çatışıyorlar, geceleri evlere girip talan ediyorlar. Üstelik yemekleri, karton karton sigaraları ve paraları geliyor. Çok acı yaşadık şu iki üç ayda çok, ama anlatmama gururum elvermiyor. PKK'nin derhal bu adamları buradan çekmesi lazım, eğer çekmezlerse en çok zararı kendileri görecek.”