Teravih tartışmalarına nasıl bakmalıyız?
Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Beşer, bugünkü köşe yazısında Teravih namazı tartışmalarına değiniyor. Hz Peygamber'den örnekler veren Beşer, Teravih namazının Ramazan'ın kıyamı olduğunu ve dileyenin dilediği kadar kılmasını ifade ediyor.

Oluşturma Tarihi: 2015-06-19 08:59:38

Güncelleme Tarihi: 2015-06-19 08:59:38

Beşer'in köşe yazısı şöyle;

Ramazanınız hayırlı ve mübarek olsun.

Daha önceki Ramazanlarda yazdıklarımın mini bir özetini verip, günümüzde teravihlerin problem edilmesinden söz edeceğim.
Mini özet şu:

Ramazanda hayatımızdaki pek çok şeyi değiştirebiliriz, mesela:

Ramazan Kur'an ayı olduğuna göre, Kur'an-ı Kerim'le ilgimizi artırabiliriz. Okumasını biliyorsak daha çok ve daha güzel okumaya çalışabilir, iyi bir meal ya da tefsir yardımıyla anlamını öğrenebiliriz.

Sigara içenlerimiz oruç sayesinde bu musibetten kurtulabilirler.

Yeme alışkanlığımızı Müslümanlaştırabiliriz,

Nefsimizin cimriliğini eğitebiliriz,

Teheccüde alışabiliriz; gece kâim olmayan küfre kıyam edemez.

Kitap okumaya alışabiliriz,

Gıybeti azaltabiliriz,

Zikre, fikre ve istiğfara alışabiliriz.

Bunların sadece birisi bile bir mümine çok büyük mesafeler kat ettirir, dereceler kazandırır. Ve her zirveye çıkış, tek bir adımla başlar.

Bunlar önceki yazılarımın mini özeti idi. Merak edenler onların tamamını okuyabilirler. İmdi:
Ramazan denince akla oruç gelir. Oruç, ruhi benliğimizin nefsimize galibiyetini sağlar. Bizi hep aşağılara çeken nefsimizi açlık ateşiyle tutuşturup bununla ruh füzemizi yükseltebiliriz. Bunun adı 'takva'dır, takva kötülüklerden korunma demektir. 'Oruç size farz kılındı ki, takvalı olabilesiniz' yani korunabilesiniz.

Teravih ise Ramazan'ın gece kıyamıdır, teheccüdüdür. Teravihi de kılabilen 'gündüzleri sâim, geceleri kâim/ayakta' olmuş olur. Bir ay boyunca buna alışınca sair zamanlarda da bunu yapması kolaylaşır. “Her kim sadece Allah için ve karşılığını da sadece O'ndan bekleyerek Ramazan'ın gündüzlerini sâim/oruçlu, gecelerini kâim geçirirse, geçmiş bütün günahları affolur”. Bizim gibi günahkârlar için bundan daha büyük müjde olabilir mi?

Ancak iki sınıf insan teravihleri kıyâm olmaktan çıkarıp probleme dönüştürüyor.
Birincisi, ya teravih diye bir namaz yoktur, bunu Hz. Peygamber yasaklamıştır, ya da teravih yirmi rekât değildir, sekiz rekâttan ibarettir diyen gafiller. Bunlar şunu bile düşünmezler: Böyle bir namaz yoksa olmayan bir şeyi Peygamber'in yasaklaması ne anlama gelir?

Oysa bilindiği gibi Medine'de Hz. Peygamber Ramazan'ın gece namazını, yani teravihi mescitte tek başına kılmaya başlamış, üçüncü dördüncü günlerde cemaat çoğalınca kalan günlerde çekilip evinde kılmıştı. Evde kılmasının gerekçesi olarak da, 'ta ki, insanlar bunu farz zannetmesinler' demişti. Yani hem camide kılması, hem de cemaatle kılması zaten onun sünnetinde var olan bir şeylerdir.

Hz. Aişe onun evde kıldığı gece namazlarının sekiz artı üç rekâtı geçmediğini söyler. Ancak bir hadisi şeriflerinde camide kılınan nafile namaz için “ne güzel bir şey, dileyen az kılsın dileyen çok” (Ahmed), buyurmuş olunca müminler teravihi kılabildikleri kadar kılmışlar, hatta bazıları bunu kırk küsur rekâta kadar çıkarmış. Bilahare camideki cemaatler çoğalmış, az kılmak isteyenler az kıldırana, çok kılmak isteyenler çok kıldırana uymuşlar. Bu durum Hz. Ömer'in hilafetine kadar iki üç yıl sürmüş.

Cemaatin bölünmesi güzel bir şey olmadığı için Ömer, camide tek cemaat olsun ve yirmi rekâtı geçmesin diye ferman edince camide kılınan teravih, ya da Ramazan'ın gece namazı yirmi rekâtta sabitlenmiş. Ashap da bunu güzel bulmuş, Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı görmemiş ve o gün bu gün camide kılınan teravih sünneti böyle uygulanmış.

Ama madem ki, Hz. Peygamber, “dileyen az kılsın dileyen çok” buyurmuş ve kendileri de sekiz rekât kılmış, o halde camiye gitmekte zorlananların teravihi sekiz rekât kılmalarında, sevaptan kaybetme dışında hiçbir sakınca yoktur. Böyle yapanlar da yine teravihi, yani Ramazan'ın gece namazını kılmış olurlar.

Kısacası Hz. Peygamber, adına teravih demeden bu namazı sekiz rekât olarak kılmış, camide ve cemaatle de kılmış, dileyenin daha çok kılabileceğini söylemiş, Hz. Ömer de var olan uygulamalardan birini cemaati bölmeme, birliği sağlama adına sabitlemiş. O halde bunların hiç biri bidat değildir. Bu bir bidat değil mi? Diye kendisine soran birisine de, sanki onun meseleyi anlamadığına işaret eder gibi, 'ama ne güzel bidat!' diye cevap vermiştir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ