Zaman Gazetesi'nde Süleyman Şah Üniversitesi'nden Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu imzalı, "Türkiye vatandır AKP İslamcıdır(I)" başlıklı yazıda Ali Bulaç'ın başlattığı "İslamcılık" tartışmaları üzerinden yeni bir kanal daha açıldı. AK Parti'yi inşa eden zihniyetin İslamcı zihniyet olduğu açıktır, ifadesini kullanan Kömeçoğlu, "AKP'yi kuran aktörler İslamcılık siyasetinin yetiştirdiği aktörlerdir. Bu olgusal durum reddedilemez. Halen partideki bazı etkin isimlere bakarak da anlaşılabilir ki çoğu 90'lı yılların hızlı İslamcıları olarak ortaya çıkmışlardı. İsim zikretmeye gerek yok. Nisan ayında statükonun İslamcıları diye tanımladığım zihniyet sahipleri yeterince biliniyor. Halen daha partide olanların dışında, partiye destek veren kimi yaşını başını almış yazar-çizer kadrosuna bakılırsa katıksız İslamcı kimlikte oldukları anlaşılır," dedi.
İşte Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu'nun o yazısı:
Son zamanlarda AKP'nin temsil ettiği zihniyetin İslamcılık olmadığı hakkında bir tespit yapılıyor. Ahlaki çöküntünün ağırlığı karşısındaki büyük sessizlik, Ali Bulaç gibi dürüst, vicdanlı yazarlarda doğal olarak “İslamcılık bu değildir” tepkisine neden oluyor.
İyi niyetli ve anlaşılabilir bir tepki. Belki de tepkinin satır aralarında “onları artık İslamcı sayamayız” yaklaşımı da bulunabilir. Zira partinin kuruluşuna gitsek AKP'yi inşa eden zihniyetin İslamcı zihniyet olduğu açıktır. Erbakan'dan ayrılan grup İslamcı olmadıkları için değil, Erbakan'la anlaşamadıkları için rest çektiler, yoksa RP içinde kürsülerden yıllarca (belki ilk gençlik dönemlerinden beri) İslamcı retorikle siyaset yapmışlardı. Bu kadar köklü ideolojik kimliklerin uçup gideceğini düşünmek safdillik olur. AKP'de üst yapının belirgin zihniyeti İslamcılık olarak devam etti. Üstelik bir partinin rengi basitçe o partinin seçim bildirgeleriyle, kendisi için yaptığı beyanlar ya da sadece konjonktüre uygun politik tanımlarla ortaya çıkmaz. Ağırlıklı olarak hangi yazar-çizer, entelektüel veya düşünür partiye yön ve destek veriyorsa partinin çizgisi o mecrada tebarüz eder. Örneğin ortada büyük bir “medya konglomerası” varsa (televizyon ve radyo kanalları, gazeteler, dergiler, haber siteleri, yayın evleri) ve bu dev yapı o partinin üst düzeyden meydana getirdiği finans havuzuyla ayakta duruyorsa, partinin ideolojik çizgisi tam da o yayıncılıkta ortaya çıkar, zira en temelde yayıncılığın nasıl olacağını belirleyen partidir. O havuzla finanse edilen bir medyanın çoğu yazar-çizerinin, TV yorumcusunun genel çizgisi İslamcılıksa ve bu İslamcı çizgiyi iktidar hem siyaseten hem de iktisaden destekliyorsa nasıl İslamcı olmadıklarını iddia edeceğiz? Parti İslamcı değiliz diyecek ama bizzat kurdukları veya destek verdikleri çok sayıda sivil görünümlü politik kuruluş (STK değil, SGPK), çok sayıda televizyon ve gazete İslamcı ideolojinin propagandasını yapacak, bize de İslamcı olmadıklarını düşünmek düşecek. Elbette havuz medyası ve AKP arasında iki yönlü bir akıştan söz edilebilir ama görünen o ki İslamcı otokrasi kendi medyasının ve sivil görünümlü politik kuruluşlarının ne zaman hangi argümanları üreteceği konusunda tümüyle belirleyicidir. Kısacası, İslamcı değiller demek o kadar kolay değil.
TEMEL ZİHNİYETTE İSLAMCILIK BELİRTİLERİ
Burada amaç AKP'nin kusurlarını İslamcılığa mal etmek değildir. Amaç geniş kusurlar alanı dışında bir parti hareketini tayin eden temel zihniyetin İslamcılık olduğunu tespit etmektir. Zira hem partinin siyasi kürsülerinde hem de partinin gazete ve televizyonlarında çok defa İslamcı yol ve yöntem takip edilmiştir. Elbette bu iddialarımın ispat edilmesi gerekir. İlk akla gelenler şunlar: 1) AKP İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde muhafazakâr demokrat rolünü oynarken Anadolu'da yoğun İslamcı bir söylem kurmuştur. Taşrada sadece parti teşkilatlarında değil, mahalle kahvelerinde bile yaymaya çalıştıkları söyleme bakılsa düpedüz İslamcılıkla karşılaşılır. İslamcı medya konglomerası da Anadolu'da yaydıkları söylemin propagandisti olmuştur. Bir ön yüz olarak kullandıkları muhafazakâr demokrat kimliğin tutmamasının sebebi İslamcılığın taşra teşkilatlarına hâkim olmasıdır. 2) İktidarın menfaatlerini korumak için politize mikrofonlardan ayet ve hadislere başvurarak dinin siyasete alet edilmesi 3) Allah'ın ve Peygamber'in adını günlük siyaset için kullanmak, araçsallaştırmak hatta Mushaf'ı kürsülerden sallamak tipik bir İslamcı siyasettir. 4) Fetvacı yaklaşımlarla Medine Vesikası'nın ikincil olduğunu “demokrasinin İslam'la bağdaşmadığını” ilan etmek. Bu noktada bunu partinin değil, partinin fetva danışmanlarının yaptığını söylemek pek işe yaramaz, zira onlar birbirinin mütemmim cüzü gibi davranıyorlar. Fetva otoritesi demokrasiyi reddederken, paralel biçimde Cumhurbaşkanı da parlamenter demokrasinin bekleme odasına alındığını söylüyordu. Demokrasiyi askıya almak isteyen Türk tipi başkanlık sistemine [otokratik İslamcılığa] destek olacak şekilde demokrasinin İslam'la bağdaşmadığı iddia ediliyordu. AKP istediği oy oranını elde etseydi Türkiye'de İslamcı otokrasinin kurumsallaşması yönünde adım atılacaktı. 5) İktidarın uygulamaları sanki İslam teşri esaslarından birisini oluşturuyormuş gibi herhangi bir sosyal muhalefeti “isyan, mescid-i dırar, umumi zararın def edilmesi, fitne” gibi İslami kavramları kullanarak susturmak ve insanları bir ayette geçen ifadeyle “ulu'l emre” itaate zorlamak tipik bir Sünni İslamcılıktır. Partide bu tavrı takınan çok olduğu gibi yandaş ilahiyatçıların “Otoriteye itaat esastır” bildirgesi ve yine “Umumun menfaati tercih edilir” söylemi de hatırlanabilir (İslamcı bir partiye destek adına ilmin bile siyasallaşmasına iyi bir örnektir). Bunların hepsi demokrasiden sapmak adına kullanılan İslamcı söylemlerdir. 6) Partinin açıktan destek verdiği hatta partinin üst yönetimindeki bir grubun manşetlere varıncaya kadar karar verdiği medya konglomerasında, İslami bey'atın bağlayıcılığından yola çıkarak yürütmenin başındaki kişiyi tüm Müslümanların bey'atını almış bir halife-i ruy-i zemin makamına kaim kılma çabası. (Erbakan'dan beri devam eden İslam birliği, liderliği, hilafeti düşünceleri, Müslüman halkların iradesini kullanmak, Ortadoğu Müslümanlarına lider olmak vs.) Daha önce bahsedildiği üzere bunlar partinin değil, medya aktörlerinin görüşleridir denilemez. AKP medyasının tek taraflı kurguları değildirler. Parti bir suflör gibi ne zaman hangi İslamcı argümanı geliştireceklerini havuz medyasına fısıldamıştır. 7) İslamcı ideolojinin en belirgin siyasi taktiği, anlaşmazlığa düştüğü bir grup karşısında, bu grup masum olsa bile onları ABD ve İsrail ile irtibatlandırarak büyük bir zan altında bırakmasıdır. AKP ve medyası bu hilekâr yöntemin en büyük yürütücüsü olmuştur. Özellikle Ortadoğu İslamcılığında ABD-İsrail kartına oynama taktiğinin tabanda örgütleyici bir gücü vardır ve AKP tarafından Anadolu taşrası için tümüyle benimsenmiş ve kullanılmış İslamcı bir taktiktir.
AKP'NİN KURUCULARINI İSLAMCILIK SİYASETİ YETİŞTİRDİ
Evet belki de Türk tipi İslamcılıktı bu; siyasi kurnazlık üzerine kuruluydu ama bal gibi de İslamcılıktır. Dolayısıyla “İslamcı değiller” minvalinde bir İslamcılık savunusu geliştirmek o kadar kolay olmayabilir (yine de Ali Bulaç'ın takdir edilesi bir savunma yaptığını görmek lazım. Bülent Korucu biraz da muzipçe “İslamcılık ölmedi kalbimizde yaşıyor” biçiminde görmüştü bu savunmayı).
AKP'yi kuran aktörler İslamcılık siyasetinin yetiştirdiği aktörlerdir. Bu olgusal durum reddedilemez. Halen partideki bazı etkin isimlere bakarak da anlaşılabilir ki çoğu 90'lı yılların hızlı İslamcıları olarak ortaya çıkmışlardı. İsim zikretmeye gerek yok. Nisan ayında statükonun İslamcıları diye tanımladığım zihniyet sahipleri yeterince biliniyor. Halen daha partide olanların dışında, partiye destek veren kimi yaşını başını almış yazar-çizer kadrosuna bakılırsa katıksız İslamcı kimlikte oldukları anlaşılır. Bazı fiiller siyasi kimlikle uyuşmayınca kimlik buharlaşıp gitmez. Kaldı ki birçok Müslüman ülkede yaşanan deneyimler yakından incelense anlaşılır ki son senelerde Türkiye'de gördüklerimizin benzerleri İslamcılık adına diğer Müslüman ülkelerde yaşanmıştır. Otoriter, hukuksuz, anti-demokratik yönetimler, hatta “İslamcı otokrasiler”. İslamcılığın farklı tezahürleri olsa da anti-demokrasi ile yakın bir ilişki içinde olduğu göz ardı edilmemeli. Pratikte yapılanlar ile teori arasındaki uçurum bir adımda aşılamaz.
Türkiye'de İslamcı aktörler hak, hukuk, adalet ve özellikle etik sınavından sınıfta kalınca “İslamcılığı senin elinden alıyorum, ver bakalım kimliğini, bundan sonra senin sıfatın İslamcı olarak anılmayacak” demek o kadar kolay mıdır? Üstelik bir akım hayal edin ki düşünürleri arasında o akımı dürüst bir politik konumla temsil eden sadece bir kişi kalmış olsun ülkede, diğerleri tümden İslamcı olma potansiyellerini yitirmiş sayılsınlar. Kısacası Ali Bulaç'ın İslamcılık kriteri son derece normatif görünüyor ve kalpte taşınan bir ideolojiye dönüşüyor. Ancak dünyada ‘İslamcı Kimlikten Aforoz Etme Makamı' olmadığı için insanları “artık İslamcı sayılmazlar” gibi ele almak veya AKP'yi hiçbir zaman İslamcı olmadı diye tarif etmek yerine İslamcılığın mevcut zihinsel ve rasyonel birikimlerinin tümüyle güncel politik gelişmelere odaklanmış olduğunu kavramak gerekir. Sormamız gereken asıl soru iyi İslamcılık kötü İslamcılık hakkında değildir. Asıl soru, “İslamcılık niye İslam'la özdeş olmayan süreçler üretiyor, İslamcılık niye İslam'a zıt uygulama ve pratiklere yol açıyor?” sorusudur. Çoğu İslamcı iktidar altında İslam'ın şeklen, zahiren görünürlüğü artsa da dindarlık oranları niye düşmektedir acaba? İkinci bir yazıyla devam edeceğim.