Yazmaya başladığım ilk günden beri hep eli yüzü düzgün bir yazı yazma hayali kurdum. Şöyle umut dolu olsun, biraz gülümsetsin,kesinlikle çocukluğumda kırda keçilerin peşinde koşarkenki içten mutluluğum yansısın istedim yazılarıma. Ha bugün ha yarın derken bir türlü hayalimdeki yazımı yazamadım.
Yani yazardım yazmasına ama içimde hüzün, öfke, heyecan, korku varken, ülkem yangın yerine dönmüşken, bölgem için ‘foseptik çukuru' diyorken elin adamı, görmezden gelemezdim, kırlardan, tırtıllardan bahsetsem ayıp kaçardı. Yazmak için peştimalinden tuttum gündemin ama yazdıklarımı okuyan ne büyük devletlerin planları hakkında fikir sahibi olabildi ne üst aklın hamlelerini eliyle koymuş gibi bulabildi. Ne de ben “bundan sonra ne olacak ?” sorusuna cevap serpiştirebildim cümlelerimin arasına.
Gerçekten bilmiyorum. İzlediklerimin binde birini algılıyorum, algıladıklarımın yüzde birini yazabiliyorum. Çünkü bakıyorum zaten herkes doymuş teorilere, herkes köşe başını tutmuş gelen geçeni kolundan tutup ayak üstü tüm fikirlerini boca ediyor karşısındakinin beynine. En karmaşık olayları bile kahvede oturmuş bulmaca çözmekten sıkılınca el atıp çözen insanlarımız var mesela.
Kahve dedim de işte beni dünyaya kaç çeşit şekilde bakılacağını gösteren mekanların başında gelir. Geçen İç Anadolunun küçük bir ilinden geçerken yemek molası için kahve mi lokanta mı olacağına bir türlü karar verememiş bir yerde oturduk. İnsanların yüzlerini izledim uzun uzun. Öyle gamsız, öyle dünya yansa umrunda değilmiş gibi bakıyorlardı ki. Ama o ruh haliyle bile laf arasında Amerika'nın Ortadoğu'daki haritaları konuşuldu, Pkk'nin ne amaçladığı…
Ben niye çözemiyorum bunu diye çok içerlendiğim olmuştur, şaka değil. Gerçekten böyle basit cevaplarım niye yok mesela. Amerika, petrol, savaş, doğalgaz, Kürtler, İran…. Bu kelimeleri bir araya getirip iyi bir kolaj yapmak çok kolay geldi birden bana da, mekanın insan üzerindeki psikolojisi bu olsa gerek. Sonra bir şeyler eksik geldikçe ve o eksikliği doldurma mecburiyeti doğdukça işin içinden çıkamadığımı fark ettim. İşin sırrı tavlada olmalıydı, çünkü tavla olmayınca önümde aklıma hiç parlak fikirler gelmedi. Çaylar bir de, kesinlikle karbonatlı çayın devletlerin yüz yıllık planlarını çözmede çok ciddi faydası olduğunu anladım o kısacık süreçte.
Yüzler…Kahvedeki yüzler Allah'a inanmayı bilen insanların yüzleriydi. Tarlasını ekmiş, bahçesinin ayrık otlarını toplamış ve artık o sene sel mi olur don mu tutarı Allah'ın takdirine bırakmış insanların çizgili yüzleri.
Kahvedeki insanların yüzleri birbirine benziyor sanki. Müzmin Muhalif Ahmet Efendinin de dededen Halk partili Hasan Efendinin yüzleri de mimikleri de birbirine benziyor. Küçük yerlerin, insanı en hırçın fikirlerinden tutup da terbiye ettiği oluyormuş, ben bunu bilmiyordum.
Kaygısız görünüşlerine bakınca sinirlerim bozuluyor, sanki kısa süre önce ülkelerinde darbe girişimi olmamış gibi. Sanki tüm öfkelerini sloganlara yediren onlar değilmiş gibi. Yumrukları havada ölüme koşan onlar değilmiş gibi… Faizler düştü mü, dolar yükseldi mi, gayri milli hasılat…. Neden kimsenin –yeterince- umrunda değil hiçbir şey ya da buralarda bir şeylerin umursanması bu kıvamda mı olur?
Hey yavrum hey, ne oryantalistsin sen öyle. Bir daha görmeyeyim seni oryantalizm eleştirirken, dedim kendime. Sana toplumu bir inceleme nesnesi yapmak öğretilmiş yetmemiş üstelik sosyoloji bile öğretilmiş, dedim.
Şimdi ben kendimi nasıl arındırırım bu oryantalistlikten, bu sosyoloji bilmişlikten. Hani bilimin o süslü kaftanını giyip ajan şapkasını önüne düşürüp, elinde gazeteyle gizlice kahvehaneleri gözetleyen kibirli adam yok mu, 18.yüzyılda, ona benziyorum işte. Onların çürümüş metinlerini boca ettiğim beynim, iğfal edilmiş zihnim beni nasıl da yönlendiriyor. Şimdi ben kadavra mıyım yoksa cerrah mı? Ben bu topluma ait miyim yoksa elinde not defteriyle kalabalıkların arasına karışan bir “öteki” miyim…
coğrafyamızın tüm kahvehane sakinlerine :
Başlarını tavlaya gömen tüm ahali baksanıza!
Biz Modernite Kuramına karşıyız değil mi? anlaşalım şunda. Şevko şu masanın üstüne çıkayım da sesim daha iyi duyulsun. Diyorum ki Modernite Kuramı hani şu geri kalmış bizler, hani biz gelişemedik ya. Gelişeceğiz ama biraz daha sıkarsak dişimizi, yersek birbirimizi biraz daha. Kansız gelişilmiyor be Hasan Efendi keşke olsa, seni mi kıracağım. Modernite diyor ki “Big Brother”ları üzersen ve mamanı yemezsen aç kalırsın, büyümezsin. Cılız kalman bu hep bu “makarna”yla beslenmekten.İç siyaseti çok ihmal ettik iyi mi ? Sen en iyisi gelişmene bak, sınıf atlamaya, ha gayret bak üçüncü dünya ülkesi değiliz ya en azından. İkiyi de atlattık m alırız bileti gelişmiş devletler balosuna. Ha hay! Mersi diye okunur “meğsi” diye telaffuz edilir canım. İttihat ve Terakkiden kalma birkaç monşerlik kelime ezberlemişiz sonuçta.
Bu maskeli balodaherkes birbirinin müttefiki, herkes birbirine düşman. Göz açık olacaksın, dakik ve acımasız. Ah, annem böyle demezdi: kendini ezdirme kızım bak biz ezildik… Ezilmemek için ezeceksin ve halklar böcek, halklar tüketim toplumu, kanı para etmiyorsa nefesi etmeli, yedir ,içir halkları gelişsinler…
Mesela diyorum Amerika -hani şu büyük şeytan, hani şu ortak düşman- komünizm tehlikesi de geçeli epey olduğuna göre korkusuzca kaldıralım yumrukları “kahrolsun Amerika!”
Hani sürekli tehlike altındayız, hani dış mihraklar…Söylesenize ey ahali, hangi kuramdan yanayız şimdi biz, Bağımlık Kuramını mı tutuyoruz yani Latin Amerika'yı? Gerçi burada bir parça komünizm tehlikesi var. Diyorum ki yine de bi'düşünelim kafamızı tatlı tatlı kaşıyıp. Kendi göbek bağını kendi kesmeli insan, burasının altı iyi çizilmeli. Rusya var ya şu Rusya, Laf aramızda Abdunnasır'a verdiği silahlar hep bozuk çıkmış. Teneke füzeler yüzünden kaybetmiş pan-arabizm, Altı Gün Savaşları ve İsrail… Tam da şuraya bir salon mücahidi edasıyla yapıştırmak gerek bir “kahrolsun İsrail”.Bir de ila “cehenneme zumera” dedik mi Şaron'a, Peres'e tamamlanır İntifada. Ne diyordum, Rusya ve komünistler de çürük adamlar. Büyük devletler verdikleri silahları mutlaka üstünde dener yoksa ne işe yarar ki küçük devletler. Ama tabiî ki biz büyük bir devletiz orası başka.
Nerde kalmıştık efendiler, ha diyordum ki bu Şevko'nun çayı kapitalizm için en büyük tehlike. Bu gün yarın bu kahveyi de çıkarırlar muasır medeniyetler seviyesine…